Sağlınız İçin Atmanız Gereken On Adım

Sağlınız İçin Atmanız Gereken On Adım

1-      Düzenli ve Dengeli Beslenme

Son dönemlerde beslenme konusunda çok çeşitli uygulamalar moda olmakla birlikte bilgi kirliliği ve kafa karışıklığına neden olmuştur. Felsefe olarak ben, herhangi bir canlı organizmanın beslenmesini göz önüne alırken geçirmiş olduğu evrim süreci ve adaptasyonu temel alırım.
 Örneğin; morfolojik olarak ağız ve çene yapıları, parmak ve toynak sayıları memelilerin nasıl beslenmesi gerektiği konusunda temel bir fikir vermektedir. Üst çenede kesici dişleri olan tek toynaklılar (at ve eşek vb.), üst çenede kesici dişi olmayan ve geviş getiren çift toynaklılar (koyun, keçi, inek vb.) uzun bir sindirim sistemine sahip olup, sadece bitkilerle beslenmek üzerine evrimleşmişlerdir. Ancak çenedeki kesici diş sayısı ve çene yapıları değişen, hem kesici hem öğütücü dişlere sahip domuz ve ayı gibi hayvanlar hem et hem de ot yemeye uygun yapıdadırlar. Kedi ve köpek gibi öğütücü dişleri olmayan memeliler et yemek üzerine evrimleşmişlerdir.
Biz insanlar, evrimde primat denen hem öğütücü hem kesici dişlere sahip, ellerde ve ayaklarda beş parmakla donatılmış özel bir türden gelmekteyiz. Modern insan (homo sapiens) zaman içinde bir takım morfolojik değişimlerle evrimleşmiştir. Ancak bu evrimleşme sırasında primat ailesinin bazı temel özellikleri de korunmuştur. Primatlarda türlere ayrışım sırasında termoregülasyon sistemi tam gelişmemiştir. Bu denenle Madagaskar’da bulunan makigiller (lemuridae) diğer maymun sınıfından ayrı bir kategoride yer almaktadır.
Modern insan biyokimyasal ve enzimatik süreçte glukozdan C vitamini sentezini kaybetmiştir. Ateşin bulunması, pişirilmiş et ve gıdaların tüketilmesi sindirimi kolay ve hızlı besin kaynaklarına ulaşmayı sağlamıştır. Bu da sindirim sisteminin kısalması, çene kemik ve kas yapısının zayıflaması, özellikle temporal kasın küçülmesi ve bunun sonucunda da kafatasının küçülüp beynin büyümesi için bir zemin hazırlamıştır.  

 

                                       

Homo sapiens, iki yüz bin yıldır dünyada varlığı bilinen bir türdür. Sonuç olarak bu bilgi tartışma konusu olan vejeteryen veya et ağırlıklı beslenme modellerine bir açıklama getirmektedir.
Biz hem sebze, meyve hem de et grubu besinleri tüketerek günümüze kadar ulaşabildik. Ortalama on beş bin yılda bir yaşanan buzul çağları, genetiğimizde hazır ve bol kalorili besinleri yağ olarak depolamamıza yol açmıştır.
Böylece, hem vücut ısımızı koruyarak hem de kıtlık dönemlerinde besin olarak yakmak üzere yağ depolayarak buzul çağlarını atlattık. Ancak son buzul çağında av hayvanlarının azalmasına bağlı olarak tarım ve hayvancılığın geliştirilmesi ile modern insanın beslenmesinde tahıllar ve süt ürünleri de girmiş oldu. İki yüz bin yıldır avcı-toplayıcı olarak yaşam mücadelesi veren modern insan için tarım ve hayvancılık daha kolay besinlere ulaşma aracı oldu.
Ancak genlerimiz bu besinleri tam olarak kullanmaya adapte olamadı.
Son iki yüz yıldır endüstri devrimiyle birlikte şeker, un, nişasta gibi rafine gıdalar besin zincirimize eklendi.
Günümüz modern insanın beslenmesine yakından bakarsak; meşrubatlar, fast-food, şekerlemeler, işlenmiş gıdalar, katkı maddeleri gibi atalarımızın ve genlerimizin hiç alışkın olmadığı besinler görmekteyiz.
Burada besinlerimize bulaşan kimyasallar, tarım ilaçları gibi maddeleri de unutmamak gerekir.
Tüm bunları anlatmamın sebebi; bir beslenme modelini seçerken onu bilimsel bir felsefeye dayandırmanın ne denli önemli olduğunu vurgulamaktır. Yani, geçirdiğimiz evrim ve genetiğimize uygun beslenme modelini seçmemiz gerekmektedir. C vitaminini kedi, köpek gibi hayvanlar glukozdan sentezleyebiliyorken biz düzenli bir şekilde besinlerden almak zorundayız.
O zaman tüm bunlardan çıkarılacak sonuç, bir besin modeli geliştirecek olursak piramidin en altına sebzeyi, bir üst basamağa et ve yumurta gibi protein kaynaklarını, onun bir üst basamağına baklagiller, tahıl ve çiğ kuru yemişleri yerleştirmemiz gerekmektedir.
Piramidin üst basamaklarında süt ürünleri yer almalıdır. Rafine şeker ve nişasta gibi besinler ise piramidin en üst basamağında yer almalıdır. Buna paralel olarak hastalık spektrumuna baktığımız zaman bu rafine şeker ve nişastaların çok tüketilmesinin obezite, şeker hastalığı (diyabet), kalp ve damar hastalıklarında artışa neden olduğu görülmektedir. Süt ve laktoz intoleransının ise alerjik hastalıklar ile paralellik göstermesi tesadüf değildir.
 

                                                    

İnsanlık tarihinde temiz ve sağlıklı suya ulaşmak her zaman bir sorun olmuştur. Özellikle deniz aşırı yolculuklarda mikroplu sudan tayfaların hasta olması büyük bir problem olmuştur. Batık gemilerin depolarında sıklıkla rastlanan şarap ve bira gibi sıvı kaynakları kullanmak, o dönemde su kaynağı için çözüm olmuştur. Bu şekilde alkol insanoğlunun besin zincirine girmiştir. Ancak metabolik açıdan normalde glukozu tercih etmesi gereken beyin, kanda alkol mevcut ise glukozu, trigliserid veya glukojen olarak depolamaya ve önceliği alkolü kullanmaya vermektedir. Bu da alkol tüketiminin tetiklediği karaciğer yağlanması, trigliserid yükselmesi, insülin direnci ve şeker hastalığı gibi birçok soruna neden olmaktadır. Bunun bir sonucu olarak bağırsak floramızda oluşan değişim ile B vitamini sentez ve emilimi hasara uğramaktadır.
Sonuç olarak tükettiğimiz besinler genlerimizin alışık olduğu doğadaki organik yapıda ve evrim sürecimize uygun bir besin piramidi çerçevesinde şekillenmelidir. Ne kadar çok bu piramidin dışındaki besinleri tüketirsek o kadar çok hastalıkla karşı karşıya kalırız.

 

2-      Kaliteli Uyku

Yaptığım araştırmalar sonucu insanoğlunun bütün organlarının ve hatta hücrelerinin düzenli bir biyoritm içinde çalıştığını tespit ettim.
Burada biyoritmin düzenlenmesindeki en önemli faktörler elektromanyetik dalgalar ve gün ışığına maruz kalmaktır.
Özellikle gece saat 23:00 ile sabah 05:00 arasında epifiz bezi tarafından salınan melatonin hormonu bizim bağışıklık sistemimiz ve biyolojik saatimiz üzerine etkilidir.
 Gece geç saatlere kadar bilgisayar veya televizyon başına oturup yüksek oranda ışık ve elektromanyetik dalgalara maruz kalmak melatonin sentezini olumsuz etkiler.
Buna paralel olarak bağışıklık sistemimizde oluşan zayıflamalar kanser gibi bazı hastalıkların ortaya çıkmasına neden olur.
Ayrıca uyku apnesi gibi tehlike ve gözden kaçabilen bir takım hastalıklar metabolizmamızın belirgin şekilde yavaşlamasına ve hormonal dengemizin bozulmasına neden olduğu gibi bu sürekli yorgunluk hali, mental ve fiziksel performansımızın düşmesine de neden olur. Tükenme evresindeki bir bireyin mutlaka istirahat ve uykuya ihtiyacı vardır.
Kaliteli bir uyku için uyku hijyenine gerek vardır. Bu da gece saat 21.00’dan sonra loş bir ortamda sizi rahatlatan aktiviteler yapmak, ağır yemekler ve kafein içeren uyarıcı içecekler tüketmekten kaçınmak, vücudu dinlenme fazına geçirmeye hazırlamaktan geçer. Bunun için ılık bir duş alınabilir, kitap okunabilir ve gece 23:00’dan önce yatağa girmiş olmak gerekir.
 

3-      Düzenli Spor Yapmak

Sporun sağlığa olan faydalarından uzun uzun bahsetmeyi gerekli görmüyorum. Ancak abartılı ve aşırı spordan kaçınmak gerektiğini hatırlatmak isterim.
 

                                     

 
4-      Zihni Boşaltmak ve Rahatlamak

Bizim duygularımız ve düşüncelerimiz beynimizde yer alan neokortekste kaydedilir ve limbik sistem tarafından işlenen bu düşünceler beyinde yer alan ve hormonlarımızı kontrol eden hipotalamus denen merkeze ulaştırılır.
Buradan hipofiz bezinin uyarılması ile böbrek üstü bezi gibi diğer endokrin sistem organlarına ulaşılır.
Örneğin; böbrek üstü bezinden kortizol, DHEA, epinefrin (adrenalin) gibi hormonlara dönüşür. Bu bilgiyi öğrendiğimde çok etkilenmiştim.
Beynimiz tamamen soyut olan bir düşünce ve duyguyu somut ve vücut dengemiz üzerine son derece etkili olan hormonlara çevirebilmektedir.
Bu da zihinsel gevşeme ve rahatlamanın vücudumuzun dengesi üzerine ne kadar etkili olduğunun açıkça göstergesidir.
Dua etmek, meditasyon, hobi edinmek ve stresten uzak durmak sağlığımız için atacağımız önemli adımlardan biridir.

 
 

 
5-      Sizi Zehirleyen Şeylerden Kurtulmak

Diyet ve beslenme ile ilgilenmemin başlıca nedenlerinden birisi de tıkayıcı uyku apnesi ile mesleki hayatımda aktif olarak ilgilenmemden kaynaklanmaktadır. Konu ile ilgili herhangi bir kitabı açtığınızda tıkayıcı uyku apnesi tedavisinde uygulanması gereken yöntemlerin başında, genel önlemler yer almaktadır. Bunlar:

-          Sigara ve alkolün bırakılması
-          Kilo vermek
-          Uyku hijyeni
-          Uygun yatış pozisyonu
-          Eşlik eden hastalıkların tedavisi
 Buradan edindiğim sonuç, bu hastalığın tedavisiyle ilgileniyorum diyen uzman bir hekimin hastalarının sigara, alkol, şeker gibi toksinlere olan alışkanlıklarından kurtulmalarına da yardımcı olması gerektiğidir.
Ancak bunun dışında, kişiden kişiye değişen başka kötü alışkanlık ve zehirler de söz konusu olabilmektedir. Sigarayı bırakmak alınması gereken önlemlerin başında gelir. Ben de, hastalarım için bu süreci kolaylaştıracak teknolojik desteği sağlayarak, süreci daha kolay ve kısa sürede atlatmaları için destekte bulunmaktayım.

 
6-      Doğru Nefes Almayı Öğrenmek

İnsan vücudundaki her hücrenin yaşamı için oksijen hayati bir önem taşır.
Oksijenin hücrelere ulaşması için sağlıklı bir solunum ve dolaşım sistemi gereklidir. Doğru nefes alma teknikleri de bu sistemlerin iyi çalışması için şarttır.
Alınan nefesle birlikte diyafragma kası karın boşluğuna doğru aşağı inmeli ve akciğerler genişlerken kaburgalar arasında yer alan kasların kasılmasıyla göğüs kafesi de soluma katılmalıdır.
Bu şekilde hem akciğer kapasitesi doğru kullanılmış olur hem de diyafragma kasının karın boşluğundaki organlara yaptığı masaj etkisiyle iç organların da daha sağlıklı çalışması sağlanır.
Hücrelerin yeterince oksijen taşıması sağlık açısından birinci derece öneme sahiptir. Biz hastalarımızı değerlendirirken kliniğimizde kullandığımız karanlık saha mikroskobisi ile hastanın o anki durumunu değerlendirip kapasitesini artırmak üzere yapması gerekenleri tespit ederek önerilerde bulunmaktayız.
 

                                                                           

         
7-      Gerektiğinde Besin Takviyeleri Kullanmak
 

                                               
 

Aslında yapılan hatalardan biri de yemek yeme ve beslenme kavramlarının karışmasıdır.
Bizim amacımız hücrelerimizin ihtiyaç duyduğu optimum besin maddeleri, vitamin ve mineralleri onlara sağlamak olmalıdır.
Yoksa tek düze yemek yiyerek karnımızı doyurup hücrelerimizi aç bırakabiliriz. Onlar da “Bizi doyur” diye avazları çıktığı kadar bağırarak bizlere sinyal ve uyarılar verirler. Ancak onları dinlemeyip yine tek düze ve hücre ihtiyacını karşılamayan yiyecekleri yemeye devam ettiğimiz takdirde kontrolsüz iştah ve yeme davranışlarının ortaya çıkması kaçınılmaz olur.
Oysa miktar olarak az olsa bile zengin besin değerleri içeren yiyecekler ve dengeli beslenme ile hücrelerimizin bu açlığı giderilebilir.
Bu avuç dolusu vitamin yutacağımız anlamına gelmemelidir.
                      
 Gereksiz alınan vitaminler ise emilmeden vücuttan atılmaktadır.
Buna karşılık bazen vücudumuz özel bir takım mineral veya vitaminlere ihtiyacı olabilir.
Hekimliğin misyonu hastanın bu gereksinimlerini de tespit edip onu bu ihtiyaçlar doğrultusunda bilgilendirmek olmalıdır.
Topraklarımız endüstriyel tarım ve hibrit tohumlardan dolayı fakirleşmiş olabilir. Aynı miktarda besin grubunda olduğu varsayılan gıdaların optimum besin değerleri bulunmayabilir.
Şunu unutmayalım ki vücudumuz ihtiyaç duyduğu besinleri temin edildiği takdirde seçip kullanacak kadar akıllıdır.

 
8-      Düzenli ve İyi Kalitede Bir Su İçmek

Havası suyu güzel olan yerlerin insanları da sağlıklı olur derler. Su konusu gerçekten çok önemlidir.
Endüstriyel çağda iyi kalitede bir suyun nereden temin edileceği başlıca bir sorundur. 
Suyun dengeli mineral içeriği, saklama ve taşınma koşulları bir yana içerdiği iyon miktarı da oldukça önemlidir.
Türkiye’nin güney kıyılarında, beş yıldızlı bir tatil merkezinde, günlerce güneşin altında plastik ambalajlarda bekletilmiş sular servis edildiğinde sağlıklı bir su içmiş olur muyuz?

 
                                                          
 

Musluk suyundan filtre ettiğimiz suyun mikrobiyolojik ve mineral bakımından durumu nedir? 
İranlı hekim “ Feridun Batmankılıç” tarafından ortaya koyulan su ile ilgili araştırma sonuçları göstermektedir ki; doğru şekilde su tüketildiği takdirde astım, sindirim yolu hastalıkları, romatizmal hastalıklar gibi bir takım sorunlar düzelebilmektedir. Bu görüşler bilimsel platformda kabul görmüştür.

 

9-      Vücudunuza Giren Gizli Zehir ve Kimyasallardan Arınmak

Bazen biz farkında olmadan vücudumuzda ağır metaller ve bir takım zararlı kimyasallar birikebilir. Örneğin;
-          Tükettiğimiz sebzelere bulaşmış bir takım tarım ilaçları
-          Yediğimiz etlerdeki ilaç veya hormonlar
-          Çevremizde yıkılan binadan, araçların fren balatalarından saçılan ve soluduğumuz havaya karışan aspest tozları
Biz farkında olmadan bizi zehirleyen bu gibi durumlar için bir farkındalık sağlamalıyız ve bunun için bir takım tedbirler almalıyız. Bunlar neler olabilir;
-          Bütün gün trafikte yoğun egzoz dumanına maruz kalan bir kişinin aracında aktif karbon içeren filtre kullanması gerekmektedir.
-          Sebzelerin tarım ilaçlarını giderecek özel solisyonlar ile veya sirkeli su ile yıkanması gerekmektedir.
Bağırsak geçirgenliğimiz bağırsak floradaki bozulmalara paralel olarak değişebilir. Şunu unutmayalım ki uzun süreli ve geniş spektrumlu ilaç kullanımı bağırsak floramızı bozup alerjen ve toksinlerin daha fazla emilmesine neden olmaktadır. Bu gibi durumlarda da probiyotik desteği ile bozulan floranın en kısa zamanda yeniden oluşması sağlanabilir.

 

10-   Sevdiklerinize ve Eğlenmeye Zaman Ayırmak

Olumlu duygu ve düşüncelerin beynimizce olumlu hormonlara dönüşeceği konusundan daha önce bahsetmiştim.
Psikonöroimmünoloji alanında yapılan araştırmalar göstermiştir ki; eğlenmek, gülmek, kahkaha atmak ve sevdiklerimizle iyi vakit geçirmek olumlu hormonlar oluşmasına yol açarak güçlü bir bağışıklık sistemi kazanmamızı sağlamaktadır. Bu aynı anda psikolojik ve sosyal ihtiyaçlarımızın da karşılanmasına ve ruh halimizin dengelenmesine de katkıda bulunmaktadır.
Hepiniz, iyi geçmiş bir yaz tatili sonrası bronz bir ten ile çalışma hayatına geri döndüğünüzde o kış daha az hastalandığınızı fark etmişsinizdir. Mutluluk bulaşıcıdır. Mutlu insanlarla birlikte olmaya çalışın böylece onların mutluluğu sizi de etkiler ve olumsuzluklardan daha çabuk kurtulursunuz.

 
 
                                     http://www.theimaginativeconservative.org/wp-content/uploads/2015/07/happy-family-silhouette-.jpg